Tuesday 10 February 2015

Bu koku da ne böyle !

Çok yoğun koku alan ve koku duygusu çok gelişmiş biri olaraktan kokulara karşı her zaman bir zaafım oldu. Bu kadar iç içe olunca da bu konu hakkında yazmadan olmaz J
Her duyduğum koku beni farlı bir yolculuğa çıkarır; bazen çocukluğuma bazen okul yıllarıma bazen duygularımı en doruk noktalarda yaşadığın anlara vs.
Biz insanlar duygularla öğrenen yaratıklarız. Hani derler ya “bir kişinin söylediklerini unutabiliriz ama hissettirdiklerini asla unutmayız”. Çünkü bizler, hislerle öğreniriz ve bilinçaltımızda yatan herşey hissettiklerimizle alakalıdır. Koku da hislerimizi canlanıran en önemli etkendir.
Güzel bir koku ruhumuzda adeta doping etkisi yaratır. Kakaonun kokusu bizi bir saniyede bizi çocukluğumuza götürür ve içimizde güven duygusu uyandırır. Yaşadığımız ilk aşkın kokusu hafifçe burnumuza çalındığında, kalbimiz tıpkı o zaman ki gibi hızlı bir şekilde çarpmaya başlar.
Koku alma yeteneği anne karnında oluşmaya başlıyor. Bilim adamları, bebeklerin koku alma yeteneklerinin, hamileliğin 28. haftasında oluştuğunu ve göbek bağının üzerinde annenin tercih ettiği kokuları paylaşabildiklerini söylüyor. Bebek dünyaya geldikten sonra ise, bu, neredeyse hayati önem taşıyan bir yeteneğe dönüşüyor. “Kokuların Psikolojisi” adlı kitabında Hollandalı yazar Piet Vroon bu durumu şöyle açıklıyor: “Varoluşumuz güneş ışığını görmekle değil, amniyo sıvısında bulunan hayat kokusunu almamızla başlıyor.”
Büyüdükçe başka kokulara karşı sevgi ve zaaf geliştiriyoruz. Profesör Hans Hatt: “Belli kokuları beğenmemiz, genetik yapımızla alakalı değildir. Bu tercih büyüdükçe oluşur ve sonradan kendini gösterir.” diyor. Beynin bu seçimdeki rolü çok büyük. Kokular ve duygular arasında hızlı bir şekilde bağlantı kuruyor. Görme ve duymada, beynin rasyonel kısmı yaşananı değerlendirirken, kokular  ara kademeler olmadan doğruca duygularımızın yöneltildiği bölüme ulaşıyor. Her koku molekülü, insan nefes alırken, burun mukozasına değip elektriksel bir sinyale dönüşüyor ve hızlı bir şekilde sinirlerin üzerinden beyine gidiyor. Beyinin o kısmında limbik sistemimiz var. Limbik sistem, duygularımızın yönetildiği merkez veya uzmanların deyimiyle “kafamızdaki lunapark”. Profesör Hatt, “Yaşadığınız her pozitif ya da negatif tecrübe, belli bir koku ile bağlandığında, bu anı genelde hayatımız boyunca aklımızda kalır ve beynimizden çok zor silinir” diye belirtiyor. İnsanlar, neredeyse 400 bin farklı koku notasını ayırt edebiliyor. Bu özelliğimizi, 350 farklı kategoriden oluşan, toplam 30 milyon koku hücrelerimize borçluyuz. Bu hücreler, beynimizde 350 harfi olan bir koku alfabesi oluşturuyor. Bir çoğumuzun bu alfabeyle etiketlediği hissi var aslında. Kendimden örnek vereyim, ızgara kokusu beni sinirlendirirdi eskiden. Çünkü bana çağrıştırdığı bir hikaye vardı bilinçaltımda. Eskiden bunu bilmiyordum, sebepsiz yere sinirlenirdim ızgara kokusu gelince. Yaşam koçu olma yolunda aldığım NLP dersleri sayesinde bunu keşfettim ve onun yerine farklı bir duygu koydum. Artık ızgara kokusunu seviyorum J
Tüm bunları göz önünde bulundurursak şunu söyleyebiliriz, parfüm seçerken  de sadece burnumuzu kullanmıyoruz. Renklerin, şişelerin ve hatıraların da bu seçimde payı büyük.
Koku üzerinde uzmanlaşan psikologlara göre koku tercihleri ve kişilikler arasında bir bağlantı var. Tercih ettiğimiz koku aslında kim olmak istediğimiz, gerçekten kim olduğumuzdan daha önemli bir faktör oluyor. Bilinçaltımız tarafından yönlendiriliyoruz ve seçtiğimiz koku bizi ideal kişiliğe yaklaştırıyor. Göze çarpan bir gerçek de bu isteklerin ne kadar sabit ve güçlü olduğu. Aslında aradığımız duygunun güven, çekicilik ya da başarı olması önemli değil. Çoğunlukla özgürlük ve bağımsızlık duygusu peşinde koşuyoruz. Bu özlemi ön plana çıkaranlar daha çok taze, limonlu ya da denizi hatırlatan kokuları tercih ediyor.
Limon ve deniz notalarından oluşan kokuları seçen kişi, özgürlüğü ve bağımsızlığı seviyor.
Değişiklik ve macera dolu bir hayat arzu edenler meyve kokularını tercih ediyor. Aynı zamanda kurallara da karşı gelmeyi seviyor bu kişiler.
Çiçek kokusunu tercih eden kadılar için kendi değerleri, saygı, tarz, zarafet ve kültür ön planda.
Oryantal kokuları tercih edenler, hem kendilerini hem başkalarını şımartmayı seviyorlar. Romantik ve egzotik duygulardan asla vazgeçmiyorlar. Güven ve şefkat da onlar için büyük önem taşıyor.
Madem kokuların hayatımızda rolü bu kadar büyük, bunu nasıl avantaja çevirebiliriz ?
Size şunu önerebilirim; Daha önce hiç kullanmadığınız ve ilk defa denediğinizde sizde çağrışımlar uyandırmayan bir parfüm alın. Fakat bu parfümü hemen kullanmayın. İlk defa yaşayacağınız güzel, mutlu, keyifli anlara saklayın. Çok özel olduğunu düşündüğünüz bir anda, çok mutlu veya keyifli olduğunuz bir anda bu parfümü kullanın. Yüksek motivasyon ve mutlulukla deneyimlediğiniz bu güzel anlar bu parfümle eşlecektir. Bu tekniğe NLP’ de (Neuro Linguistic Programme) çapalama tekniği diyoruz. Dolayısıyla bu parfümü kullandığınız başka günlerde, kendiniz eşleştirdiğiniz gündeki gibi motive ve mutlu hissedeceksiniz.
Deneyin bakalım neler olacak.
Aşmak istediğiniz veya destek almak istediğiniz biz konu olursa ben daima yanınızda olmaya hazırım.



Wednesday 17 December 2014

Farkı, fark yapar.

Yaşamın ilginç yanlarından birisi de; en iyinin dışında bir şey kabul etmeyenlere, genellikle en iyiyi vermesidir.
                                                                                                              W. Somerst Maugham

Hayatta; iş, ilişki, yaşam tarzı, hayat standardı, fizik yönünden zengin olan değişik insanlar var. Onların yaşamını bizimkinden farklı kılan şeyler neler ? o insanlarla aramızdaki bütün fark; özünde kendimizle olan iletişimimiz ve eylemlerimizdir.

Başa gelenler, başarıyla başarısızlığın değişik görünümleri değildir. Farkı yapan, bizim onları algılama şeklimiz ve onlara karşı gösterdiğimiz tepkilerdir.

Peki, bu algılama şekli ve tepkilemizi nasıl değiştirebiliriz ? Bunun için size biraz NLP’ den bahsedeceğim. NLP (Neuro-Linguistic Pragramming) yani Sinir Dili Programlaması (SDP). SDP, sözel ya da sözel olmayan dilin, sinir sistemimizi nasıl etkilediğini araştırır. Herhangi bir şeyi yapabilme yeteneğimiz, doğrudan doğruya sinir sistemimizi yönlendirme yeteneğimize bağlıdır.
SDP’ nin varsayımına göre, hepimiz aynı sinirsel yapıyı paylaşıyoruz. Bu nedenleherhangi bir kimsenin başardığı herhangi bir işi, sinir sistemimizi aynı şekilde çalıştırarak biz de başarabiliriz. İşte, burada karşımıza farklı bir terim çıkıyor. Modelleme.

Kişilerin belirli bir sonucu üretmek için tam ve kesin olarak neler yaptığının açığa çıkartılmasına ve uygulanmasına modelleme denir.

Dünyaya yön verenler, genellikle kendilerinden çok diğerlerinin deneyimlerinden yararlanarak öğrenmede ustalaşmış kişilerdir.

Modelleme konusunda uzman olan Tony Buzan’  ın meşhur bir sloganı var; “Saygı duy, esinlen, taklit et”

Modelleme ile insanların başarı yolundaki en önemli sermayesi olan bilgi ve tecrübeleri kazanabilirsiniz. Modelleme ile zaman kaybetmeden, deneme yanılmaya gerek kalmadan, başkalarının uzun yıllarda biriktirdiği deneyim ve tecrübeleri öğrenerek hayata geçirebilirsiniz. Zamanın çok büyük bir değer olduğu günümüzde çok avantajlı bir uygulama değil mi ? Onun haricinde model aldığınız insan, sizin güven kaynağınız olur. Başkasını başarabiliyor olması size “ben de başarabilirim” inancı yaşatır.

Buraya kadar herşey tamam. Peki, modellemeyi nasıl yapacağız ?

Modelinizi bulun: Kimleri ya da kimi, ne için modellemeniz gerektiğine karar verin. Sizinle, benzer koşullardan gelerek sizin şu anda gerçekleştirmek istediğiniz amacı gerçekleştirmiş kişiler, sizin için doğru kişilerdir. Bu kişi veya kişileri bulduktan sonra o kişilerin biyografisini okuyabilirsiniz. Ünlü birileriyse, röportaj veya videolarınız izleyebilirsiniz. Tanıdığınız birileriyse konuşabilirsiniz vs.

Neyi modelleyeceğinizi belirleyin: Onu hangi açılardan modelleyeceksiniz ? Kariyer, yaşam tarzı, sağlık vs. bazı kişilerin hayatını bir bütünlük içinde ve her boyutuyla incelemeniz gerekebilir. Bunlar bemzer koşullarda yürüyüp benzer koşulları gerçekleştirmiş olan “ana modeller” dir.

Zihinsel yapıyı modelleme: işe ilk önce onun zihinsel yapısının bir haritasını çıkarmakla başlayabilirsiniz. Özel amaçları neler ? Genel amaçları neler ? Karakter özellikleri nedir ? Psikolojik durum ve yapısı nedir ? En güvendiği tecrübeler neler ? Karar verme tekniği nedir ? Neleri nasıl anlamlandırıyor ? Özellikle, amacınızla ilgili kısımların üzerinde durmalısınız.

Fizyolojik yapıyı modelleme: Modellediğiniz kişinin beden hareketlerini aynen modellerseniz, onunkine benzer bir ruhsal – zihinsel yapı içerisine girersiniz. Zihinle vücut bir bütünlük içindedir. Nefes alışınız, duruşunuz, pozisyonunuz, yüz ifadeleriniz, hareketlerinizin kalitesi ve doğası sizin fizyolojinizi nasıl kullandığınızı gösterir. Bunlar içinde bulunduğunuz durumu belirler. İçinde bulunduğunuz durum da üretebileceğiniz davranışların kalitesini ve genişliğini belirler.

Aslında modellemeyi bilinçsiz olarak her zaman yapıyoruz. Hayranlık duyduğumuz insanların hareketlerini, saç modellerini, giyim tarzlarını, karakterini beğendiğimiz insanların davranışları, sevdiğimiz sporcuların stillerini, siyasi liderlerin fikir ve uslupları vs. gibi. Hani derler ya “armut, dibine düşer” bu atasözü ebeveyn ve çocuk arasındaki benzerliğin en büyük örneğidir. Çocuklar, iyi kötü demeden gördükleri her şeyi modellerler.

Birileri harika şeyler yapabiliyorsa,  “O, bu sonucu nasıl yarattı ?” sorusu gelsin bundan sonra aklımıza....


Vücutlarımız bahçemizdir... Niyetlerimiz de bahçıvanlarımız.

Vücutlarımız bahçemizdir... Niyetlerimiz de bahçıvanlarımız.
                                                                                              William Shakespeare

Hani bazen olur ya, kendimizi bütünüyle bitkin hissederiz. Omuzlarımız düşer, hiç bir şeyden keyif almayız, her şey anlamsız gelir. Eminim bir çok insan bu tip hislere zaman zaman kapılıyordur.

Hiç kimse bilinçli olarak mutluluğu bırakıp mutsuz olmayı seçmez. Çöküntü içindeki insan ne yapar ? Çöküntüyü zihni bir durum olarak düşünebiliriz. Fakat çöküntünün çok belirgin bir fizyolojisi vardır. Çöküntü içindeki insan genellikle yere bakarak etrafta dolaşır. Omuzlarını aşağı düşürür, kısa kısa ve zayıf nefes alır. Yaptığı bütün iş vücudunu çöküntü fizyolojisine sokmaktır. Peki, bu insanlar çöküntü içinde olmaya mı karar vermişlerdir. Cevabı; evet, kesinlikle. Çöküntü bir sonuçtur ve özel fizyolojik duruşu vardır. Omuzları aşağı düşürüp, kısa kısa soluklanmak vs. gibi.

Kendinizi bütünüyle bitkin hissettiğiniz bir anınızı hatırlıyor musunuz ? Fizyolojik olarak canlı olduğumuz zamanlar dünyaya başka türlü, cansız olduğumuz zamanlar başka türlü bakarız. Fizyolojik işlemler beynimizi kontrol etmede çok güçlü araçlardır. Bu nedenle fizyolojinin bizi etkilediğinin farkına varmak çok önemlidir. Fizyoloji dışsal bir değişken değildir. Yaşamı oluşturan eylemler bütününün önemli bir parçasıdır.

Fizyolojiniz kötüleştiğinde, sizin durumunuzdan gelen pozitif enerji de azalacaktır. Bu nedenle fizyoloji, duygusal değişimin kaldıracıdır. Gerçekten de her duygunun fizyolojik bir karşılığı vardır. Durumunuzu değiştirmeden fizyolojinizi değiştiremezsiniz. Durumu değiştirmenin iki yolu vardır. Ya iç temsilinizi değiştireceksiniz ya da fizyolojinizi. Fizyoloji ile iç temsil arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Birisini değiştirince diğeri de değişir.

Durumunuzu hemen değiştirmek istiyorsanız; fizyolojinizi, yani nefes alışınızı, duruşunuzu, yüz ifadenizi, hareketlerinizin kalitesini değiştirin. Örneğin; kendinizi yorgum hissetmeye başlayıca, omuzlarınızda çökme, bir çok temel kasın gevşemesi gibi durumlar ortaya çıkar. Bu durumda vücudunuzla ilişkiyi sürdürebilmek için fizyolojik olarak bazı işlemler yapmanız gerekir. Sinir sisteminize yorgunluk mesajı verecek şekilde iç temsilinizi değiştirirseniz, kendinizi yorgun hissedersiniz. Fizyolojinizi güçlü olduğunuz anlardaki şekle sokarsanız, iç temsiliniz ve o andaki hisleriniz değişecektir. Kendi kendinize yorgun olduğunuzu söylemeye devam ederseniz, iç temsiliniz de sizi yorgun olarak tutmaya devam edecektir. Kendi kendinize güçlü olduğunuzu söylerseniz ve fizyolojinizi bilinçli olarak değiştirirseniz, vücudunuz buna uyacaktır.

Son zamanlarda bilim adamları hastalık ve sağlığın, canlılık ve ruhsal çöküntünün kişiler tarafından alınan bir karar olduğunu önemle belirtmekteler. Bunlar fizyolojinizle ilgili verebileceğiniz kararlardır. Genellikle bilinçli olarak verilmezler ama şu ya da bu şekilde bu kararlar veriliyor.

Hastalıklar ve temsil ettiği duygular ile ilgili biraz örnekler vereyim.  Önce hastalığınızı düşünün sonra da ona sebep olabilecek duygunuz olup olmadığına.

Korku: Böbreklerle ilgili sorunlar
Öfke: Karaciğer yağlanması
Üzüntü, keder: Astma, bronşit, zatürre, öksürük
Endişe: Dalak, karın içi rahatsızlıkları ve bağırsaklar
Güven eksikliği, tehlikedeyim düşüncesi: Bel fıtığı
Aşırı duygular, dehşet, sevinç, korku vs: Kalp ve damar hastalıkları
Otorite ve prensip sorunu: Kemiklerle ilgili hastalıklar
Hayatımı doya doya yaşayamıyorum duygusu: Osteoporoz
Kendini parçalanmış hissetmek, imaj sorunu yaşamak: Kemik kırıklıkları
Destek arayışı: Omurga ile ilgili sorunlar
Önyargı, inat, yaşla ilgili problemler: Eklemler
Hayatı kucaklayamamak, kontrolcü olmak: Dirsekler
Zihnimizi serbest bırakamıyor olmak: Bağ dokusu sertleşmesi
Kibir, dikbaşlılık, gurur: Dizler
Tatminsiz, çaresiz hissetmek. Hareket etmeye cesaret edemiyor olmak: Kalçalar
Güçsüz ve önemsi hissetmek: Şişmanlık
Yaşamdan tat alamama, yaşama sevincini yitirme: Diyabet
Aşırı duygu yüklenmek, insanlarla iletişim kuramamak: Omuzlar
Duygusal çelişkiler yaşamak: Yumurtalık kistleri
Kendini ifade edememe, anlatmak istediklerini söyleyememek: Boğaz ağrısı
Aile ile ilgili sorunlar: Demir eksikliği

Zihnimizi sıktığımızda, zihnimizi bloke ediyoruz. Bloke olunca da bağışıklık sistemimiz çöküyor.
Yukarıda da belirttğim gibi, fizyoloji ile iç temsil arasında doğrudan bir bağlantı var. Biri değişince diğeri de değişir.

Güçlü olmak istiyorsanız, güçlüymüş gibi davranın.


Thursday 10 April 2014

Nefes Al :)

Başlığı görenler, “nasıl yani, zaten nefes alıyoruz, yoksa nasıl yaşarız ki :S” gibi şeyleri aklından geçirmiş olabilir. Burada bahsedeceğim konu doğru nefes alıp vermek J

Amaaannn, ne farkeder zaten nefes alıyoruz demeyin, çok şey farkediyor. Bi’ lokmacık bahsedeyim size.

İyi bir yaşam için vücudumuzun biyokimyasal fonksiyonunun sağlıklı olması gerek. Bunu da vücudumuzu temizleyerek ve besleyerek yapacağız. İyi ye, iyi yaşa kısmında nasıl besleyeceğimizden bahsetmiştim. Sıra temizlik kısmına geldi.


Sağlığın temeli, sağlıklı bir kan dolaşımıdır. Dolaşım sistemi, oksijen ve besinleri vücudun tüm hücrelerine taşıyan sistemdir. Bu da demek oluyor ki; sağlıklı bir dolaşım sistemine sahipseniz uzun ve sağlıklı yaşamınız olacak.  Peki bu sistemi sağlıklı yapan nedir ? NEFES J


Kan dolaşımı, hücrelere oksijen ve besin taşır. Arta kalanlar ise vücudumuzda kalır ve toksinleri oluşturur. Lenf sistemi ise bu toksin maddeleri, ölü hücreleri ve kan proteinlerini dışarı atar. Yani vücudun temizlik işini lenf sistemi yapıyor. Lenf sistemini harekete geçiren ise NEFES.

Hücrelerin oksijen miktarını kısıtlayan fazla sıvı ve toksik madde, lenf sistemi sayesinde dışarıya atıldığı için, hücrelerimizin sağlığı lenf sistemine bağlıdır. Ne kadar önemli olduğunu şu şekilde de farkedebiliriz. Lenf sistemi 24 saat çalışmazsa, hücrelerin etrafında oluşan sıvı fazlası ve kan proteinleri yüzünden insan ölür.

Kan dolaşımının pompası kalptir, lenf sisteminin ki ise kas hareketleri ve nefestir. Lenf sistemini doğru çalıştırmak için diyaframdan derin nefesler almak zorundayız. Evet, diyaframdan J Derin nefes, vakum gibi kan dolaşımı aracılığıyla lenfi çeker ve vücudun toksinleri yok etme hızını arttırır.


Bu kısım tamam da, diyafram nefesi ne ola ki ?

İnsanlar doğduklarında, doğru nefes alarak hayata merhaba derler. Yani diyafram nefesi kullanarak gözlemizi açarız hayata. Şöyle bir düşünün, minicik bir bebek bir ağlamasıyla bütün hastaneyi inletebilir. Bunun sebebi diyafram nefesidir. Sonra insanlar büyüdükçe korkular, heyecanlar bize diyafram nefesini unutturur. Korku anında nefesimizi tutarız örneğin. Heyecanlanınca kesik kesik hızlı nefesler alırız. Hayat şartları bize diyafram nefesini unutturur zamanla. Bunu tekrar hatırlayarak sağlığımıza katkıda bulunabiliriz. Sadece sağlık mı, ruhumuza da sağlık getiririz J


 Diyafram nefesi alırken dikkatimiz nefes alışımızda olduğu için an’ da kalırız. Ne geçmişin endişelerini ne de geleceğin endişelerini düşünürüz. An’ a odaklanır, an’ da olanları algılarız. Kafamız rahat olur.

İşte, size sistemi temizlemek için güzel bir egzersiz önerisi.

1 birim zamanda nefes alıyorsunuz, 4 birim zaman içinizde tutuyorsunuz ve 2 birim zamanda dışarı veriyorsunuz.

4 saniye nefes alıyorsanız,
16 saniye içinizde tutuyorsunuz
8 saniyede dışarı veriyorsunuz.

Bu biçimde nefes alıp vermemizin sebebi, lenf sistemi aracılığıyla toksinleri atmak. Kan ve lenf sistemini tam olarak oksijenlendirmek için nefesi 4 birim tutuyoruz. Sistemden toksinleri vakumlayıp atmak için karın bölgesinin en alt kısmında nefes almalısınız.

Günde en az 3 defa 10 kez bu şekilde nefes almayı deneyin. Nefes alışlar burundan verişler ağızdan olacak şekilde yapmalısınız. Bunu denediğinizde sağlığınızdaki gelişmeyi de göreceksiniz. İyi nefes almanın sağladığı faydayı sağlayacak hiçbir vitamin ilacı ya da yiyecek yoktur.

Nefes almanın uygun yollarından birisi de havayla alıştırma yapmak anlamına gelen aerobik yapmaktır. Koşmak güzel fakat streslidir. Yüzmek mükemmeldir. En iyi aerobiklerden biri trombolin yapmaktır J Tabii eğer bulabilirseniz J Çünkü vücuda en az stres yükleyen aktivitedir.

Haydi, başlayın bakalım nefes almaya J

Thursday 3 April 2014

İyi Ye, İyi Yaşa :)

Gücün ve mutluluğun temeli sağlıktır. Pekiii, nasıl sağlıklı olacağız ? Öncelikli olarak sağlıklı beslenerek tabii J

Bir yarış arabası düşünün, benzinle çalışan ve 500 hp motoru var. Siz ona benzin değil de farklı bir yakıt koyarsanız ne olur ? Patates. Yani çalışmaz ve işe yaramaz. Vücudumuzda böyle çalışıyor işte. Doğru yakıt, sağlıklı yaşam.

Vücudumuzun verimliliği ne kadar artarsa, hislerimiz ve parlak sonuçlar elde etmek için zekamızı kullanma şeklimiz de o oranda iyileşir.

Beslenme konusunda birbirine zıt ve insanı şaşırtan çok sayıda görüş var. Biz, niçin sorusunu araştırmaktan çok istediğimiz sonuçlar üzerinde duracağız. Bu nedenle canlı, sağlıklı kişilerin neler yaptıkları araştırılmış ve aynen uygulanarak başarılı sonuçlar alınmış. Uygulanan yöntem bir mücadele değil, bir yaşam şeklidir. Uzun süre denenmiş bu prensipleri, gelin beraber inceleyelim ve uygulayalım.

8 saat uyuduktan sonra yorgun argın ve zor uyanıyorsanız; kan dolaşımınız kirlidir, enerji düzeyiniz uygun değildir ve fiziksel ve zihinsel gücünüzün çok azını kullanıyorsunuz demektir. Fiziksel ve zihinsel yeteneklerinizi bütünüyle hareket geçirmek için bu prensipleri 10 ile 30 gün denemeye ne dersiniz ? Beğenirseniz devam edersiniz, beğenmezseniz de bırakırsınız.  Zorlama yok J

Size 5 temel prensip öneriyorum.

        1.       Su oranı yüksek yiyecekler tüketin.


Yeryüzünün % 70’ i, vücudumuzun ise % 80’ i sudur. Öyleyse tükettiğimiz yiyecekler neden sulu yiyecekler olmasın ?

 Sulu yiyecek ya da gıdalar taze meyve ve sebze ya da bunların taze olarak sıkılmış halleridir. Sağlıklı yaşam için yiyeceklerimizin % 70’ inin sulu yiyeceklerden olması gerekir.

Bazı kişiler, sistemi temizlemek için günde 8 – 12 bardak su içilmesini önerir. Oysa ki içeceğimiz su miktarını susuzluğumuz belirlemelidir. Susadıkça su içmeliyiz. 
Vücudumuzu su seliyle temizlemek yerine su oranı yüksek gıdalar tüketmeliyiz. Su oranı yüksek gıdaları meyveler, sebzeler ve filizler olmak üzere 3 gruba ayırabiliriz. Bunlar bize temizlenme, canlılık dahil bol miktarda su sağlayacaktır. Vücuda gereğinden fazla su verildiğinde kanın yoğunluğu artar, hücre ve dokular zehirli atıkları dışarı atamazlar. Su yerine su oranı yüksek gıdalar tüketelim ki vücudumuzu toksinlerden arındıralım. Susadığımızda su içmek yeterli miktardır bizim için.

Geçen hafta yediklerinizin bir listesini yapın ve % kaçının su oranının yüksek olduğuna bakın. Bu oran % 15’ in altındaysa tehlike çanları çalıyor demektir.

Unutmayın, hayatınızın kalitesi hücrelerinizin kalitesine bağlıdır.

          2.       Yemek listenizi uygun gıdalardan oluşturun.

Farklı tipte yiyecekler farklı tipte sindirici sıvılarla sindirilirler.  Örneğin, nişastalı yiyecekler (pirinç, ekmek, patates vs.) başlangıçta ağızda oluşan pityalin enzimiyle sindirilir. Bu enzimin alkalin ihtiva eder. Proteinli gıdalar (et, süt ürünler, çerezler vs.) hidroklorik asit ve pepsinle sindirilir ki bunlar asit içerir.

İki zıt karakterli madde, yani asit ve alkalin aynı ortamda çalışmazlar. Birbirlerinin etkilerini yok ederler. Proteinle birlikte nişasta yerseniz sindirim yavaşlar veya gerçekleşmez. Sindirilemeyen yiyecekler, mayalanır ve ayrışan bakteriler oluşarak sindirim bozukluğu ve gaz yaparlar. Yani Zeplin gibi ortalıkta dolaşmak zorunda kalırsınız J

Uyumsuz yiyecek bileşenleri, sindirim için enerjinizi çalar. Enerji kaybı da hastalıklara sebep olur. Fazla asit kanın kalınlaşmasına ve sistemin yavaş işlemesine sebep olarak vücudun oksijenini azaltır.
Bu gibi sorunları çözmenin en basit yolu yemekte tek yoğun gıda almaktır. Yoğun gıda nedir peki ? su oranı yüksek olmayan her gıda yoğun gıdadır. Örneğin patates ve eti birlikte yemeyin. Her ikisinden de vazgeçemiyorsanız, birini öğlen birini akşam yiyin. Etin yanına haşlanmış sebze yiyebilirsiniz mesela.
7 – 8 saat uyuyup da hala yorgun kalkıyorsanız, bilin ki, mide bütün gece mesai yapmıştır ve size gün içinde lazım olacak enerjiyi tüketmiştir.

Şunu da unutmamak lazım, yiyeceklerin yanında tükettiğiniz sıvılar, sindirici enzimleri sulandırarak sindirim sürecini uzatırlar.

Midenize ilk 50 yılda iyi bakın, gelecek 50 yıl o size bakacaktır ;)

          3.       Kontrollü tüketim yasası.

Siz de benim gibi, yemeği çok mu seviyorsunuz. Pekiiii, nasıl daha çok yiyeceğinizi bilmek ister misiniz ? Cevabı, az yiyin. Böylece çok yemek için zamanınız olur J

Biliyorum hoş değil ama yine de örnek vereceğim. Dr. Clive McCay, deney farelerinin yiyecek miktarını yarıya indirdi ve farelerin ömrü 2 kat arttı. Tamam, biliyorum, beslenme alışkanlıklarımız farklı ama göz ardı etmemek lazım J Şaka bir yana, az yiyin çok yaşayın. Daha çok yaşamak istiyorsanız su oranı yüksek yiyecekler yiyin.

          4.       Meyveleri doğru yiyin.

Meyveler, vücudumuz için çok yararlı ve sindirimi kolay besinlerdir. İçlerindeki meyve şekeri kolayca glikoza dönüşür ve çoğu da % 90 – 95 oranında su içerir. Beyin sadece glikozla çalıştığı için meyve hayatımızda çok kritik bir yerdedir J



Bir çoğumuz meyveyi yanlış zamanlarda yediğimiz için bu nimetten düzgün faydalanamıyoruz. Meyve mutlaka aç karnına yenmelidir. Sebebi, meyvenin midede değil de ince bağırsakta sindiriliyor olması. Siz önce yemek yiyerek yolu tıkarsanız meyve ince bağırsağa ulaşamaz ve midede mayalanarak sizi Zeplin’ e dönüştürür J


Meyve yendikten bir kaç dakika sonra ince bağırsaklara geçer ve şekerini orada bırakır. Bu işlemi daha basite indirgemek için yiyecekleri iyi çiğnemeniz de çok önemli ;)

Kalp hastalıkları için en uygun gıda taze meyvedir. Meyvelerde bulunan bioflavinoid, kanın kalınlaşmasını ve damarların tıkanmasını önler. Aynı zamanda kılcal damarları da güçlendirir.
Şimdi size 10 numara 5 yıldız bir öneri J Kahvaltıda sindirimi kolay ve hemen enerji verecek, meyve şekeri içeren, vücudu temizleyecek gıdalar yiyin. Uzun lafın kısası, kahvaltıda taze meyve veya taze sıkılmış meyve suyu için. Bunu bir deneyin o zaman farkı hissedeceksiniz ;)

      5.     Az protein tüketin.

Kişi proteine en çok ne zaman ihtiyaç duyar ? En çok bebekken proteine ihtiyacımız var J Doğum esnasında anne sütünde % 2,38 oranında protein bulunur, 6 ay sonra bu oran % 1,4’ e düşer. 

Enerji için ne kadar proteine ihtiyacımız var ? Enerji için önce meyve şekeri kullanılır. Bu da meyve, sebze ve filizlerden elde edilir. Sonra nişasta sonra da yağlardan enerji sağlanır. Enerji için en son kullanılan şey, proteindir.

Pekiiii, proteinin dayanıklılık sağladığı fikri nereden geliyor ? Fazla protein vücutta fazla nitrojen oluşmasına, fazla nitrojen de yorgunluğa sebep olur.  Ayrıca proteinin fazlası osteoporosisle sürekli ilişkiye geçer ki, bu da kemiklerin yumuşamasına ve zayıflamasına sebep olur. En güçlü kemikler, et yemeyen kişilerde bulunur.

Protein deposu olan et, yüksek oranda ürik asit içerir. Ortalama bir et parçasında 14 ürük asit bulunur. Fakat vücut, günde ortalama 8 ürik asiti etkisiz hale getirebilir. Geri kalan ürik asit zamanla gut hastalığı ve mesanede taş olarak bize geri döner. Ete tadını veren ürik asittir.

Et yemeyin demiyorum ama et yemezseniz daha sağlıklı ve mutlu olabilirsiniz. İşte ünlü et yemeyenler J Pisagor, Sokrates, aristo, Leonardo da Vinci, Isaac Newton, Voltaire, Thomas Edison; Mahatma Gandhi. Modellemek için iyi bir grup ;)

Peki, ya süt ? Sütün ana proteini kazeindir. Bu kazeine de insanın ihtiyacı yoktur. Bu proteini sindirmek oldukça güçtür ve kana karışarak dokuları rahatsız ederler, bu da zamanla alerjiye karşı hassaslık yaratır. Eninde sonunda karaciğer sindirilmiş inek proteinlerini dışarı atmak zorunda kalacak ki bu da vücudun boşaltma sistemi için ekstra yük demek.

Şöyle düşünün inek sütünün içindeki güçlü büyüme hormanları kimin için, buzaklar için. Doğumda 45 kilo olan buzak olgunlaşınca 500 kilo olur. İnsan ise 3,5 kilo doğar ve 21 yıl içerisinde ortalama 80 kilo olur. Arada ki farkı siz düşünün J İnsan sütünde ise laktalbumin bulunur ve kolayca sindirilir.
Kalsiyum ihtiyacı için süt yerine bol bol yeşil sebze, susam yağı, fındık ve fıstık yiyebilirsiniz. Ayrıca da fazla kalsiyum böbreklerde birikir ve burada taş oluşumuna sebep olur.

Sütün temel etkisi nedir ? Süt balgam yapar. Bu da ince barsağı sertleştirir ve buradaki her şeye yapışan tıkaç görevi yapar.

Süt bunu yapıyorsa, peyniri siz düşünün L Yoğurt, dondurma, keza öyle L

Dondurma için alternatif tarifimiz var hiç olmazsa. Muzu rendeleyip buzlukta donduruyoruz ve dondurma niyetine yiyebiliyoruz. Diğer meyveleri de aynı şekilde tüketebiliriz.

Durum vaziyet böyle.

Karar sizin ;)

Monday 24 March 2014

Edirne Gezisi

24.03.2014

Bizim, doğayı ve yoldan çıkmayı seven arkadaşlardan oluşan bir grubumuz var. Aslında bir dernek; Beykoz Off Road Spor Kulübü Derneği. Bu kulüp 2010 yılında kuruldu ve her yıl 2 tane 10 numara 5 yıldız, off road oyunu düzenledi. Bu oyunlar sayesinde Türkiye’ nin her yerinden can insanlar tanıdık. Ortak hobile böyle güzel insanlar katıyor işte insanların hayatlarına J
Bu etkinlikleri düzenleyen, yani işin mutfağında olan arkadaşlarla uzun zamandır, Edirne ve ciğer lafı edip duruyorduk. En sonunda gözmüzü karartıp gitmeye karar verdik. Fakat “bizim arabalarla o yol bitmez” denince minibüs kiralayalım dedik. O oldu, midibüs, ona da sığmadık, oldu otobüs J Ömer kardeş sağolsun bize bir tane en güzelinden otobüs ayarladı. Fakat kendisi hayırlı bir iş sebebiyle geziye gelemedi J

Öyleydi böyleydi derken, bizim ekip 9 Mart sabahı saat 06:30’ dan sonra Maslak İspark’ ta toplaşmaya başladı. 06:45’ de de ekip tamamlanıp yola koyuldu.



Yol üzerinden geri kalan ekibi de alarak İstanbul’ u ardımızda bıraktık.

















Çoluk çombalak çıktığımız gezi de bebeler de yolculuğumuz şenlendirdi. Fırsat bu fırsat bebeleri sevdik J













Off road aracı sürmekten yorulan Cenk arkadaşımız da bebe araması sürmenin tadına vardı J

Keyifli bir yolculuğun ardından Edirne’ de bizi Murat Timurçin arkadaşımız karşıladı. Minik oğluşu Yalın ve sevgili eşi de bizleri yalnız bırakmadılar. Otobüsümüz, Murat’ ı takip ederek Karaağaç’ taki Lalezar restaurant’ a vardı. Yolda ayakkabıları kemirmeye başlayacaktık ki, zor bela vardık mekana. Yalnız nasıl acıktıysak o yol bitmek bilmedi J


Açlıktan kan sekerimiz düştüğü için hafif asabi vaziyetteydik, üzerine bir de mekanın garsonlarının large tavırları eklenince ekipten bazı arkadaşların şalter attı. Neyse ki kimse kimseyi yemedi J O yüzden bu mekanı gidecek olan arkadaşlara tavsiye etmiyoruz. Mekanın müşterilere karşı tutumunu değiştirmesi lazım.


Kahvaltı ve mekan çalışanları kötü olsa da Meriç Nehri manzarası muhteşemdi J


Kahvaltıdan sonra dışarıda çaylarımızı içip fotoğraf çekildik. Ben hiç bir karede yokum J

10 numara 5 yıldız insanlar J


Sonrasında da yediklerimizi sindirip Meriç Nehrini izlemek için Meriç Köprüsünde minik bir yürüyüş yaptıık. Yalnız hava o kadar soğuktu ki köprünün yarısını yürüyüp geri döndük.

Meriç Köprüsü, Edirne-Karaağaç yolunda, Meriç Nehri'nin üzerinde. 1842'de Abdülmecit zamanında yapımına başlanmış 1847'de bitirilmiş. 263 m. uzunluğunda. 7 m. genişliğinde. 13 ayak üzerinde. 12 sivri kemerli bir taş köprü olup yanlara doğru eğimlidir. Ayaklar arasında ayrıca boşaltma gözleri de bulunmakta. Ortasındaki yazıtlı köşkü mermerden. Daha önce kubbesinde güneş motifi bulunduğu bilinir.


Tekrar otobüse doluşup Karaağaç Tren İstasyonu’ na vardık.

Karaağaç İstasyonu, Edirne'nin Karaağaç kasabasında bulunan ve II. Abdülhamit devrinde yaptırılan istasyon binası. Edirne Tren Garı olarak inşa edilmiş olan bina günümüzde Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanılıyor.

Edirne Tren Garı, İstanbul’daki Sirkeci Garı örnek olarak yapılmış gar binalarından biri. Şark Demiryolları Şirketi adına Mimar Kemalettin Bey tarafından neoklasik üslupta inşa edilmiş. Üç katlı, dikdörtgen planlı ve 80m. uzunluğunda bir yapı. İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan demiryolunun en önemli istasyonlarından birisi imiş.

Bu eski tren bizi direk çocuk moduna soktu J



Ve burada trene ne kadar hasret kaldığımızı farkettik. Resmen istila ettik treni J



Trenin altında girdik üstünden çıktık J Kurcalamadığımız yeri kalmadı J






Bir Titanik değil J (“bir Alex değil” repliğinden aklıma geldi :P)

Bizimkiler gayet mutlu mesut J



Trenin ihtişamı karşısında Lozan Anıtı pek ilgi görmedi tabii J

Bu müze ve anıt, Trakya Üniversitesinin öncülüğü ile Rektörlük Kampüsünün bulunduğu Karaağaç semtinde kurulmuş. Lozan Zaferi ve dünya barışını simgeleyen anıt, yanında "Lozan ve İsmet İnönü' belgelerini sergileyen müze ile birlikte önemli bir ziyaret noktası olmuş ama o soğukta bizden pek ilgi göremedi L



Trende epey vakit geçirdikten sonra çil yavrusu gibi dağılan grubu İzzet ağabey topladı ve donmadan önce otobüse bindik J

Sıra da Sarayiçi var.

Sarayiçi’ ne vardığımızda rüzgar iyice artıp bizi epey üşüttü. Ona rağmen pehlivan heykellerini görmeden geçmedik. 


Hızlı adımlarla yürüyüp eskiden Edirne Sarayı olarak anılan bölgeye geldik. Sol tarafta bulunan Balkan Şehitliğini ziyaret ettik.


1912-1913 Balkan Savaşında kutsal vatan topraklarının savunulması uğruna can veren asker-sivil 300 bini aşkın şehidimizle 1913 yılında Edirne Sarayiçi’nde aç bırakılarak ölüme terk edilen 20 bin şehidimizin yüce anılarını yaşatmak amacıyla yapılmış L


Soğuk sebebiyle hızlıca dolaşıp Adalet Kulesinin oraya geri döndük.


Adalet Kasrı (Kulesi), Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1561 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmış. Zeminle beraber dört katlı olup üst katında mermer fıskiyeli bir havuz bulunuyor. Divan-I i-Hümayun (Bakanlar Kurulu) ve Yargıtay olarak kullanılmaktaymış.

Sarayiçi’ ni de hızlıca gezdikten sonra tekrar otobüsümüze binip Edirne’ nin merkezine vardık. Öncelikle Selimiye Camii’ ni gezdik J



Mimar Sinan‘ın 80 yaşında yarattığı ve “ustalık eserim“ diye nitelediği yapıt olan Selimiye Camii, Osmanlı-Türk mimarlık tarihinin olduğu kadar, dünya mimarlık tarihinin de başyapıtları arasında gösterilme. Edirne'nin ve aynı zamanda Osmanlı Döneminin simgesi olan cami; 1569-1575 yılları arasında II. Selim’in emriyle yaptırılmış. Çok uzaklardan dört minaresi ile göze çarpan yapı, kurulduğu yerin seçimiyle Mimar Sinan’ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu da gösteriyor. Kesme taştan yapılan cami iç bölümüyle 1620 metrekare, tümüyle ise toplam 2475 metrekarelik bir alanı kaplamakta. Selimiye Camii, yerden yüksekliği 43.28 metre olan 31.30 metre çapındaki kubbesiyle ilgi çekiyor.

Kubbe, 6 metre genişliğindeki kemerlerle birbirine bağlanan 8 büyük payeye oturuyor. Mimar Sinan’ın yarattığı 8 dayanaklı cami planının en başarılı örneği. Caminin 3.80 cm çapında, 70,89 m yüksekliğindeki üçer şerefeli dört zarif minaresi var. Giriş yönündeki her şerefeye ayrı ayrı yollardan, diğer ikisine ise tek yolla çıkılmakta.

Cami, mimari özelliklerinin erişilmezliği yanında taş, mermer, çini, ahşap ve sedef gibi süsleme özellikleriyle de son derece önemli. Mihrap ve mimberi mermer işçiliğinin başyapıtlarından. Ortasındaki 12 mermer sütuna oturan müezzin mahveli, altın varaklı edirnekari kalem işleriyle klasik dönemin en güzel örneklerinden. Yapının çini süslemelerinin, Osmanlı ve dünya sanatında ayrı bir yeri var. 16. yy. çiniciliğinin en güzel örnekleri olan bu çiniler, sıratlı tekniğinde olup İznik’te yapılmış.

Selimiye Camii’nin taş duvarlarla çevrili geniş dış avlusunda, Dar-ül- Sübyan, Dar-ül-Kurra ve Dar-ül-Hadis yapıları bulunmakta. Bu yapılardan Dar-ül-Hadis bölümü Türk-İslam eserleri müzesi olarak kullanılmakta. Dar-ül Kura bölümü ise Vakıf Eserleri müzesi. Cami terasının altında yer alan Arasta çarşısı, III.Murat zamanında Selimiye’ye gelir sağlaması amacıyla yaptırılmış. İlk sırası Mimar Sinan tarafından yapılmış, daha sonra Mimar Davut Ağa tamamlamış.


Bu muhteşem camiyi de gezdikten sonra hemen aşağısında ki Eski Cami’ ye çevirdik rotayı.

Eski Cami (Cami-iAtik – Ulu Cami), Edirne’de Osmanlılardan günümüze ulaşmış en eski anıtsal yapı. 1403'te Emir Süleyman zamanında yapımına başlanmış, Çelebi Sultan Mehmet zamanında 1414'de bitirilmiş. Mimarı Konyalı Hacı Alaeddin, kalfası ise Ömer İbni İbrahim. Çok kubbeli "Ulu camiler' tipine giriyo. Mermer kapısı ve iç kısımdaki dekoratif yazı örnekleri dikkat çekici.











Edirne mimari eserler olarak çok zengin bir şehir. Bizim gezemediğimiz Üç Şerefeli Cami de örnek eserlerden biri. Onu gezemesek de biraz bilgi verelim J

Üç Şerefeli Cami, 1433-1447 yılları arasında. II.Murat'ın yaptırdığı Cami Osmanlı Sanatının erken ve klasik dönem üslubu arasında yar alıyor. Burada ilk kez uygulanan bir planla karşılaşılma. 24 m. çapındaki büyük merkezi kubbe, ikisi paye, dördü duvar paye olmak üzere altı dayanağa oturuyor. Yanında daha küçük ikişer kubbe ile örtülü kare bölümler var. Yapı, bir yenilik olarak enine dikdörtgen bir yapı. Böylece enine gelişen mekana ulaşılmak istenmiş. Bu planı Mimar Sinan İstanbul camilerinde daha gelişmiş biçimiyle uygulamış. Ayrıca, Osmanlı mimarisinde revaklı avlu ilk kez bu camide kullanılmış. Avlunun dört köşesine minareler yerleştirilmiş. Üç Şerefeli Cami, bu özellikleriyle sonraki camilere öncü olan anıtsal bir yapı. Revak kubbelerindeki özgün kalem işleri Osmanlı camilerindeki en eski örneklerden. Camiye adını veren üç şerefeli anıtsal minare, 67,62 m. yüksekliğinde. Her şerefeye ayrı yollardan çıkılıyor. Minare kırmızı taştan zikzaklar ve ak karelerle devinim kazanmış.

Veeee, sıra geldi gezinin amacına J

Buz tutmuş burunlar ve ellerle hızlı hızlı Bizim Ciğer’ e attık kendimizi. Hemen bizim için ayrılmış en üst kata çıktık. Üst kata sığmayınca bir kaç tehlikeli sahış alk kata oturmak zorunda kaldı. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Ciğerler bir türlü gelmek bilmedi. Meğer bu tehlikeli kişiler alt katta porsiyon porsiyon ciğerleri mideye indiyormuş. Dolayısıyla da yukarıdaki ekip beklemekten zafiyet geçirdi J

Masaya önce acı biber ve yoğurt geldi J



Yoğurt muteşem görünüyordu ve biz hemen girişip 1 dakikada hallettik yoğurdu J Ardında da nefis kelle çorbası geldi J

Bir süre bekledikten sonra beklenen an geldi J


Ciğeri çok seven biri olaraktan tadına mest oldum. Nerede Şstan’ bulda ki ciğer nerede bu. Porsiyonlar fazla bir kere J

Bu arada ciğer severlere de bir mekan önereceğim parantez içinde J Kadıköy’ deki Deniz Yıldızı. Çok güzel yaprak ciğer yapıyorlar. Yanına rakı veya bira da eşlik edebiliyor. Sıkıntı yok J
Karnımızı doyurduktan sonra hepimiz dışarı salındık. Fakat hava o kadar soğuktu ki kimse şehri gezmemiş. Ya da Bedesten’ e ya da pastanelere sığınmış ekip J

Edirne ve Trakya tarafında bol bol badem ağacı var. Biz de bu ağaçların niöetlerinden yararlanmak için Kahkecizade’ ye uğradık tabii J Önce bir kaç çeşidin tadına bakıp gevezelik ettik. Sonra da badem ezmelerimizi alıp sahlep içmeye gittik.

Gezi soğuk sebebiyle tahminimizden bir saat önce bitti ve otobüste toplanıp yola koyulmak için hocamızın da rızasını aldık J


Bazı arkadaşların içinde otobüs kullanma sevdası olduğu için sırayla şöför koltuğu istila da edildi J


Veeeee, hayırlısıyla yola koyulduk.


Benim son derece eğlenip keyif aldığım bir gezi oldu. Dönüşte de hala oldum. O gece minik bir yeğenim oldu.

Murat Timurçin arkadaşıma ve ailesine de çok çok teşekkür ederim :)

İnşallah yine bu güzel insanlarla farklı geziler yapmak kısmet olur J